Takipçiler

20151130

İ 'nin hikayesi

Çok doluyum. Öyle ki, bas bas bağırarak yüreğimdeki her şeyi kusasım var. Dokuz sene, dile kolay... Dokuz sene boyunca dost uğruna savaşıp, yenilmek kabullenilecek bir şey değil. İsim vermeyeceğim, tanımayacaksınız nasıl olsa. Sadece anlatmak istiyorum, en ince ayrıntısına kadar.

Çocukluğumdan beri yalnızlığı tercih eden ve mecbur kalmadıkça insanlarla çok fazla diyaloğa girmeyen biri oldum. Parklarda arkadaşlarımla oynamaktan çok, masanın altında hayal dünyamı kurup, tek başıma oyun oynamayı tercih ettim. 23 yaşındayım ve hala yalnızlığı tercih ediyor, konuşmam gerektiğinde konuşuyor, evimin içinde (sizlerin dört duvar olarak tabir ettiği fakat o duvarların rengarenk olduğu) kedim ile birlikte hayatımı sürdürüyorum. Son bir seneye kadar hayatımda, yerlere göklere sığdıramadığım, uğruna denizleri, çölleri aşacak olduğum, her gün düzenli olarak telefon ettiğim ve en fazla bir gün görmeden durabildiğim bir dostum vardı. Dost diyorum, çünkü gerçekten öyleydi. En güzel lise yıllarım, en güzel okul gezilerim, en güzel üniversite dönemim, en güzel yaşlarım ve aklınıza gelebilecek diğer "en güzeller" İ ile bütünleşip, onu hayatımın merkezine oturtmuştu. İnanıyorum ki, ben de İ için bir zamanlar öyleydim. Aslında bugüne kadar.

Gel gelelim, ne yaptı bu İ bana?

İ, güzel bir çocukluk geçirmemişti, annesi ile bir hayli problemi vardı, üvey babasını kabullenememişti, işsiz güçsüz bir öz babası vardı ve senelerdir babasını görmüyordu. Hayatından, ailesinden, okulundan nefret ediyordu ve lise dönemimizde kaçıp kaçıp bize geliyordu. Annem de İ'yi  ikinci kızı olarak kabullenmişti. Benim için de arkadaştan çok, kız kardeş gibiydi.
Hayatındaki problemler artmaya başladı ve İ evlenmeye karar verdi, yaşı 21'di o zamanlar. 
Ailesi bu evliliğe engel olmaya çalıştı. 
Ben de öyle. 
Çünkü üzülürdü, üzüleceği belliydi ve bu evlilik hatadan başka bir şey olmayacaktı. Velhasıl, evlendi ve hayatının en büyük hatalarından birini yaptı evlenerek. Hata yaptığını bir buçuk sene sonra anladı ve boşandı. Tepkimi göstermek için düğününe gitmedim, çünkü yalvardım ona evlenmemesi için. Dinlemedi beni. Aşığım dedi, ölüyorum aşkımdan dedi. Hayır, aşkından ölmüyordu. Sadece evliliği bir kurtuluş olarak görüyordu ve o dönemde en büyük arzusu ailesinden kaçmaktı. 
Düğününde yanında değildim, fakat boşanırken yanındaydım. Davadan sonra aradı beni, hüngür hüngür ağlıyordu. Kolay değildi elbette evliliği bitirmek. Teselli etmeye çalıştım. Kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini söyledim. Bir iş bulmalıydı, istediği kadar benimle kalabilirdi, hatta hiç gitmeye bilirdi. Asla şikayet etmezdim. Neticede o benim kız kardeşimdi. 
İş bulmadı. 
Yanımda kalmadı. 
Kendi ayakları üzerinde durmaya korktu ve bir başka adama sığındı.

Ben biraz feminist yetiştirildim. Annem ve babam ayrıldıktan sonra  babamı uzunca bir süre görmedim ve annem tarafından büyütüldüm. Annem öğretmendi ve tabiri caizse Hayat Bilgisi dizisindeki Afet Hoca kadar güçlü bir kadındı. Zamanı gelince her şeyi tek başıma omuzlamam gerektiğini, üzüleceğimi, ağlayacağımı söyledi. Bir bir karşılaşacağım zorlukları anlattı. Fakat elimi tutup, gözümün içine bakarak, üzerine basa basa söylediği en önemli cümle şuydu: "Hayat seni yıkmaya çalışacak, düşeceksin, dizlerin kanayacak fakat her düşüşünde daha sağlam kalkacaksın ayağa ve kimseye, özellikle bir erkeğe boyun eğmeyeceksin. Çünkü seni ben yetiştirdim, sen benim kızımsın.
Bu cümleleri kurduğunda 15-16 yaşındaydım. Üzerinden 8 sene geçmiş, hala ne zaman boğazım sıkılıyormuş gibi hissetsem bu cümleleri anımsarım. Çünkü ben annemin kızıyım.

İ de benim manevi olarak kardeşim sayıldığı için, annemin seneler önce bana verdiği akılları bir bir ona da verdim. Dinlemedi işte. 
Yeni limanıyla yaşamaya başladı. Başlarda her şey yolundaydı. İkili ilişkilerde başlarda her şey, her zaman yolunda olur zaten. Zamanla tanırsın karşındakini ve zamanla ortaya çıkar aslında kim olduğu, kim olduğun.

4 ay önceydi. Akşam saat 9 civarı. 
Telefonum çaldı. Bilmediğim bir numara. 
Alo, dedim. 
Alo, dedi. İ seninle mi, dedi sonra. 
Hayır, benimle değil ne oldu, dedim. 
Evden imdat diyerek çıktı, yalınayaktı, her yerde onu arıyorum, yok, dedi. Tutuldum o an. Her zaman beni arar, benim kapımı çalardı İ. O akşam bana gelmemişti. Beni arayan da erkek arkadaşıydı, tabiri caizse yeni limanı. Kapattım telefonu. İ'yi aradım, açmadı telefonunu. Saatler geçti, yerimde duramıyordum. Yüreğim daralıyordu. Bir şey mi oldu, ne oldu diyerek türlü türlü senaryolar yazıyordum. 
Telefonum tekrar çaldı. 
Arayan yine İ'nin erken arkadaşıydı. 
Açtım telefonu. 
İ karakoldaymış, seni almaya geliyorum ablamla birlikte, onu anca sen karakoldan alabilirsin, dedi. 
Beni aldılar, Batıkent'e gittik. Hayatımda ilk defa karakola gidecektim. Arabadan iniyordum, İ'nin erkek arkadaşı, Ben bu yaştan sonra hapse girersem İ'yi de, seni de vurur, Ankara'yı yakarım dedi. Korkmadım o an. Sonra silahını gördüm.Ellerim buz kesti. Kafamın içinde ona edeceğim küfürler şekillenmeye başlamıştı ki, buna fırsat vermeden indim arabadan. 
Soğuk kanlı olmaya çalışıyordum. 
Soğuk kanlı olamıyordum. 
İçeri girdim, ismim G, İ'nin arkadaşıyım, onu görebilir miyim dedim polise. 
Arka odaya götürdüler beni, sorgu odası gibi bir yerdi. Küçük, kasvetli. Duvarda ayak izleri vardı. Filmlerde gördüğümüz kötü adamları, döverek sorgulamışlar gibi. Karşımdaydı kız kardeşim. Ağlıyordu. Saçları ıslaktı, yalınayaktı. Ankara çok soğuktu o gece ve İ'nin üzerinde incecik bir t-shirt vardı. Titriyordu. Ağladığı için mi titriyordu, yoksa üşüyor muydu anlayamadım. Elini tuttum. Sarıldı boynuma. Abartmıyorum belki 25 dakika o şekilde kaldık, omzumda ağladı hıçkıra hıçkıra. Ben de ağladım. Ne oldu, dedim. Kavga ettik, dedi. Evi yıktı sinirden, küllüğü alıp yüzüme atacaktı ki, kaçtım, dedi. Boğazım düğümlendi. Kız kardeşimin yüzüne küllük fırlatmaya kalkan bir adam(!) söz konusuydu. Yalınayak çıktım evden, koştum, taksi çevirdim, telefonum, cüzdanım her şeyim evdeydi, ne olur beni karakola götürün dedim taksiciye, sağ olsun götürdü, dedi. Bir kere daha düğümlendi boğazım. Göz yaşlarıma hakim olamıyordum. Kardeşim, üzülme, dedim . Üzülme demem neye yarayacaktı ki o anda? Teselli edecek hiçbir cümle kuramıyordum. Dinliyordum. Ağlıyordu. Ağlıyordum. 
Kendi kendime bir kere daha, soğuk kanlı olmam gerektiğini söyledim. Yutkundum ve konuşmaya başladım. Sevgilisinin silahla geldiğini ve şikayette bulunursa İ'yi vuracağını söyledim. Magandaydı çünkü. Her şeyi yapabilecek bir magandaydı. Planı kurmuştum. İ şimdilik şikayette bulunmayacaktı, onu alıp evime götürecektim, babamı arayacaktım ve kapımıza bizi koruyacak bir kaç adam yollaması gerektiğini söyleyecektim. Planı İ'ye de anlattım, tamam dedi. Fakat hiçbir eşyası olmadığını, eve polislerle birlikte gidip eşyalarını alması gerektiğini söyledi. 
Üç dört polis bizi eve bıraktılar, Maganda erkek arkadaşı evde değildi, bir valiz hazırlayıp benim evime geçecektik. Eve girdik, temiz-kirli tüm eşyalarını valize tıkıştırmaya başladım. 
Kapı çaldı. 
Açma, dedi korkarak. 
Gelen, magandanın ablasıydı. 
Kızlar açın, o yanımda değil, dedi. 
Açtık, ablası içeri girdi ve toparlanmamıza yardım etti. Biz toparlanırken, kardeşinin ne kadar pislik bir insan olduğundan bahsetti. Ablası bile olayların farkındaydı ve İ'nin o herifi terk etmemesi için tek bir sebep bile yoktu. Böyle bir durumda aşkmış, sevgiymiş bir önemi yoktu. 
Kapı bir kere daha çaldı. Gelen magandaydı. Ablasına yalvardı İ, açma ne olur dedi. Kadın dinlemedi. O lanet olası kapıyı açtı. Sakindi maganda. İ ile konuşmak istediğini, sonra onu bırakacağını söyledi. 
Arka odaya geçtiler. Kapının önünde bekledim, elimde bıçakla. Çığlık sesi duyarsam öldürecektim adamı, öyle şartladım kendimi. Bir saat oldu, iki saat oldu... İkinci saatin sonunda çıktılar odadan ve İ bana sadece şu cümleyi kurdu: "Biz onunla çok şey atlattık, bizim aşkımız çok güçlü, seninle gelmeyeceğim, bu ilişkiyi bitirmeyeceğim."

O an aklıma gelen her küfrü içimden ettim. Gözümden bir damla yaş aktı, yanağıma varmadan sildim ve vurdum kapıyı çıktım.
Saatler geçti. Aklımda hala birbirini kovalayan sorular vardı. İyi miydi, ne yapıyordu şu an, diye düşünmeden duramıyordum. Zaman ilerliyordu ve yanılmıyorsam gece 3-3:30 sularında ona bir mesaj attım. Sitem dolu, kırgınlığımı ziyadesiyle belli eden uzunca bir mesaj... Artık hayatında olmadığımı söyledim. 
Sustu. 
Ben de sustum. 
Öyle ki, aylarca konuşmadım. 
Bir yanım hep eksikti, eksik yanım hep buz gibiydi. Yalnızlığımı daha da derinden hissetmeye başlamıştım. Her gün gördüğüm, göremezsem konuştuğum insan artık yoktu. Güzel haberler alıyordum, arayacak gibi oluyordum, yapma diyordum kendime, arayamıyordum. Rakı içiyordum, aklıma gelince hüzünleniyordum. Uzun bir mesaj yazıyordum, özlem dolu. Göndermeden siliyordum. 
Dostluk başkaydı. Aşk acısına benzemezdi acısı. Kardeşim yoktu benim ve onu kardeş bellemiştim. Anlatabiliyor muyum bu acının ağırlığını? 
Olayın ertesi günü fransız edebiyatı tarihi finalim vardı. Çalışmadım. Sınava da girmeyecektim, arkadaşlarımın zoruyla girdim sınava, zayıf aldım ve o dersten kaldım. Aklımdaydı sürekli. Kağıda olanları yazasım vardı. Neye kızacağımı bilmiyordum. Hayatımı tehlikeye atmasına mı kızmalıydım, yoksa onun için hayatımı tehlikeye attığıma değmemesine mi...

15 gün önce, yazdı bana. O magandayı terk ettiğini ve kendine İzmit'te yeni bir hayat kurmaya çalıştığını söyledi. Kabin memurluğu sınavlarını kazandığından ve aralık sonunda başlayacağından bahsetti. Mutluluktan ağladım. Artık eskisi gibi olmamak için sebebimiz yoktu. Uğruma tercih edilecek bir maganda yoktu ve artık kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan biriydi, tam da benim kız kardeşime yakışan hareket! Acı çekiyordu biraz. Aşk acısı diyordu buna, ama bu aşk acısı değildi. Ne yaparım, nerede kalırım, kime sığınırım korkusuydu. 
Hayır dedim kendi kendime. Bu sefer sığınacak bir başka adam bulmamalıydı. Artık kimseye eyvallah etmemeliydi. Milyonlarca insan tek başına çalışıp, hayatını sürdürüyordu, o da yapabilirdi. Annemin laflarını ardı arkasına belki on defa söyledim ona. Kafasını dağıtmak için elimden gelen yaptım. 
Hayatta yeni başlangıçlara yelken açan her kadının yaptığı gibi saçlarını kestirdi. Ağlamaktan gözleri şişmişti biraz, ama yine de çok güzeldi. Hep yanında olacağımı ve o adama bir daha geri dönmemesi gerektiğini söyledim. 

Her şey yolundaydı. Okulumun yoğunluğu sebebiyle iki gün onunla yeterince ilgilenememiştim. İyiyim, beni merak etme, daha iyi olacağım, dedi. İçim rahatladı, huzurla derslerime odaklandım. 
Sonra bir şey oldu.
Olan şey çok acı verdi bana. 
İki gün sustu. 
Hiç konuşmadı. 
Aradım, telefonu kapalıydı. 
Whatsapp'ı da silmişti. O kadar endişelenmiştim ki... 
Instagrama girdim hemen, son paylaşımının ne zaman olduğuna bakmak için. Son paylaşımı iki gün önceydi. Yani, sustuğu ilk gündü. 
Çiçekler vardı. 
Altına "Onu ne çok sevdiğimi bilir" yazmıştı.

Anladınız mı ne olduğunu?

Geri döndü o adama. Yüzüne küllük fırlatmaya kalkan, ona küfürler eden, korkup, yalınayak karakola sığınmasına sebep olan o magandaya geri dönmüştü. 
O an hayatımdaki en büyük hayal kırıklığını yaşadım. Kimseye anlatamadım. Volkan'ın dahi haberi yoktu bunlardan. 
Bir kaç gün sonra annemi aradım. Sesimdeki donukluğu anlamış olacak ki, sordu, ne oldu, dedi. Anlattım. İ artık benim kızım değil, senin de kardeşe ihtiyacın yok, dedi. Sesi titredi. Çünkü o da en az benim kadar emek vermişti İ'ye. Teselli etmeye çalıştı annem, ağladım biraz, ben ağladıkça annem de ağladı, kapattık telefonu.

24 Kasım, İ'nin doğum günüydü ve ben o fotoğrafı görmeme rağmen hiçbir şey yazmamıştım ona. Doğum gününde yazdım. Değmeyecek bir adam uğruna nelerden vazgeçtiğinden bahsettim. Yolladım mesajı. Cevap yazmadı. Ta ki, bugüne kadar. 

Bugün kötü bir gün geçireceğimi hissetmiş olmalıyım ki, yataktan çıkmak istemedim. Güne başlamaya hevesim yoktu. Oyalanmak için evi temizledim epey, kedimle ilgilendim, waffle yaptım kendime. 
Kahvemi yudumlarken mesaj geldi. 
İ yazmıştı. 
Başka bir numaradan. 
Hattını değiştirmişti sanırım, bilemiyorum. 
Artık ne ölüme ne de dirime geleceğini, onun için bir hiç olduğumu yazmıştı. Mesajı belki 100 defa okudum. Ağladım yine. Uzun süre cevap yazamadım. Ne yazabilirdim ki zaten? Böyle bir nankörlükten sonra ne yazabilirdim ona? Düşündüm. Saatlerce düşündüm ve ona bu zamana kadar atmadığım uzunlukta ve kırıcılıkta bir mesaj yazdım. 
Bu son mesajımdı ve artık onun için çabalamaya, onu sığındığı limanlarından kurtarmaya gücüm yoktu. 
Artık banane diyebilmeyi öğrenmeliydim. 
Uğruna çok emek vermiştim, her ah deyişinde koşmuştum. Fakat o hiç akıllanmadı. Akıllanmayacak da sanırım. Belki bu maganda bir gün onu döve döve öldürür, belki bunu terk edip başka bir magandaya sığınır.

Yakışmıyor. 
Kadına yakışmıyor bu. 
Kadının asaletine yakışmıyor. 
Kadın kadar akıllı, zarif, nadide bir varlık, bir başka varlığın altında ezilip, büzülmemeli.

Çok üzgünüm. 
İnanın param parçayım. Bugün dokuz senelik dostluğumun üzerine toprak attım ve bu hikayeye bir son yazdım.
Boşluktayım yine. Sevincimi, kederimi ona anlatmaya o kadar alışmışım ki, uzunca bir süre yaşadıklarımı içime atıyor olmanın burukluğunu yaşayacağım. Ve sanırım, bir daha kendimi asla böyle bir savaşın içine atmayacağım.

4 yorum:

  1. Çok üzücü bir olay yaşamışsısn... Ne denir bilemedim... İnsanın kıymet verdiklerinin arkasından üzülmesi kadar doğal bir şey yok... Üzüntünü yaşa ancak kendini çok hırpalama... Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tesekkur ediyorum samimi yorumun icin. Insan verdigi emege uzuluyor sadece... Sevgiyle kal.

      Sil
  2. "Gündelik ihtiyaçların karşılanması adına ömrün feda edildiği, amaçsız bir yaşamın çirkinliği haline gelmişti insan ömrü."
    Böyle bir cümle geçiyordu kitabın birinde.
    Nedense yaşamın çirkinliğini görüdm ben senin eski arkadaşında.
    Sen istediğin kadar şekillendirmeye kalk yanlış yerlerde yanlış insanlarla karşılaşmak onun seçimi.

    YanıtlaSil
  3. Silinmiyor ki ..başı dara düşse , kapını çalsa yine kucak açarsın .. Çünkü kıyamazsın ..

    YanıtlaSil